Uluborlevi hasan hoca hz uluborlevi hasan hoca ks efendi,hayatı,vaazları,sohbetleri,kerametleri,güzel ahlakı,uluborlu yaşamı,uluborlevi resimleri,uluborlevihz,uluborleviks,hasan hoca,uluborlu tarihi

Hasan Hoca (k.s) Efendi

Bismillahirrahmanirrahim (Rahman ve Rahim olan ALLAH'ın Adıyla)

Arkasından yazılan siir

Yanında vecd duyar, titrerdik Feyz alır Allaha uzanır giderdik, Daim kal bizimle,isterdik seni, Çünkü iyiyi doğruyu güzeli, Gösterir klavuz bilirdik.

Hacı Hasan uluborlevi Hz.

Bütün HAYATI


 

 
         1308 ( R ) yılında Uluborlu ilçesi Rüştiye Mektebi (ortaokul) Annesi, Halime hanımdır. İkiz olarak dünyaya gelmiştir.
 
Babaları Ahmet Rüştü Hoca (k.s) tarafından, ikizlerin büyüğüne,Hasan Tahsin,küçüğüne de ,Hüseyin Hüsnü adları konuluyor.
Ailesi ve şehir halkı bu mutlu doğumdan çok sevinç duyuyorlar.
        Bu mutlu doğumdan bir yıl kadar önce idi.Annesi, Fehmi adında da ki nur topu gibi bir oğlan çocuğunu bu faniden kaybediyor.
Kadıncağız bunun üzüntü ve acısıyla yanıp tutuşuyor.

Bir yaz gününde bahçelerinin ortasında ki yazlık ahşap damı kiremitli olan evlerinin doğusuna doğru çıktığında,nur yüzlü,beyaz sakallı bir ihtiyarla karşılaşıveriyor.

Her tarafı ışıl ışıl….Kadın ürperiyor,korkuyor.O zat:
-Hanım korkma, sen hiç üzülme! Cenabı Hak sana birinin yerine iki çocuk verecek diyor.

İşte o günler de ,ikizlere hamile oluyor.Bunlar Hasan Tahsin ve Hüseyin Hüsnü’dür.
 
 
        Babası hacı Ahmet Rüştü Hoca(k.s); Trabzon İlinin Çaykara İlçesinin Yukarı Hobşirasında (Akdoğan ) ,1266(1850) de doğmuştur.
 
İlk tahsilini ve medrese öğrenimini doğduğu yerde tamamlayarak icazet(diploma) almıştır.Erzincan medreselerinde öğrenimine devam ediyor,

daha sonrada İstanbul’a giderek Ahmet Çelebi medresesinden,Şaşı Hafız diye bilinen,Hacı Ahmet Şakir (k.s) Efendi den gerekli dersleri tamamlıyor.

İkinci icazetini de ondan alıyor.
Ayrıca imtihanla girdiği Sultaniye den (eğitim Fakültesinde) pekiyi derece ile diploma alıyor.
 
Uluborlu’da ilk açılan Rüştiye Muallim Evvelliğine (Orta Okul Müdürlüğü) tayine diliyor.1321(1905)de bir ara Akşehir’e naklediliyor.

Burada halk kendisine yakın ilgi duyuyor,seviyor.Bu başarısına padişah Edirne Müderrrisliği(profösör) ünvanıyla mükafatlandırıyor.Buna ait sırmalı kaftan ile sarık üzerine iliştirilecek olan sırmalı şerit bir fermanla gönderiyor.

Resmi günlerde kaftanı giyer,şeridi sarığının üzerine iliştirir,protokol da yerini kaymakamın sağında,tabur komutanının solunda alırdı.
    1322 yıllarında Akşehir’den yine Uluborlu ‘da ki vazifesini alıyor.1328(1912) de emekliye ayrılıyor.

!921 de Uluborlu’da vefat ediyor.bu ayrılış Cuma günü olmuştur.Kabri,Madan Tepesi diye bilinen eski yıkılmış şehrin,Bahçe Mahallesinin batı kuzeyinde ki en son sırttadır.

Bütün hayatı boyunca okulda, eğitim öğretim çalışmalarıyla irfanlı ve kültürlü ahlaklı ve faziletli gençlerin yetiştirilmesine gayret göstermiştir.

Camilerde de aynı heyecan ve aşkla halkın maddi ve manevi alanlarda yükselmesini,İslami bir olgunluğa ermesini sağlamak için hiçbir fedakarlıktan çekinmemiştir.

Son vaktine kadar,camilerde vaazlarına devam etmiştir.Ara sıra kale arkasında ki Rumlara çıkar, onlarla münazaralar yapar İslama davet ederdi.
Kendisi iyi bir ilim ve kültüre haiz bulunuyordu. 

Türkçe, Arapça,Farsça,Rumca,Lazca dillerini konuşur ve yazardı.Hece ve aruz vezinlerine göre yeri geldikçe şiirler,ilahiler yazar,bunları öğrencilerle uygun bir makamda söyletirdi.

Dünya ve ahretine çalışan, günahkarlardan kaçınan, ibadet ve taatını zevkle yapan, Yüce Allah’tan korkan, takva sahibi bir kişiydi.
 
Bunun için halk kendisini çok sever ve sayardı.Nereden geçerse,ayağa kalkar,Onu kırmazdı.Vakarlı ve heybetli bir görünümü vardı.Mali durumu iyiydi,zengin sayılırdı.
Muhtelif zamanlarda dört kadınla evleniyor.

Bunlardan birisinden hiç çocuğu olmuyor.diğer birinden Hatice adında kızı oluyor.Hocasının kızı olan Halimden Fatıma,Ayşe,ikizler Hasan Tahsin,Hüseyin Hüsnü daha sonra ölen Fehmi doğuyor.

Uluborlulu Ümmü Gülsüm’den de Mustafa,Mehmet Besim Kadriye doğuyor.
Kısaca kendisini anlatmaya çalıştığımız Hacı Ahmet Rüştü Hoca (k.s) yeri kolayca doldurulamayacak alim, fazıl mütteki bir insandı.

 Hanefi mezhebinden kamil bir müslümandı. Allah rahmet eylesin.
 
 
    Dedesi Hacı Hasan hoca (k.s) Trabzon ilinin Çaykara İlçesi Yukarı Hobşirasın da dünyaya gelmiştir.

tahsilini oradaki medreselerde yaparak icazet almıştır.Türkçe,Arapça,Lazca bilmektedir.Hanefi mezhebinden mütteki bir müslümandı.

     Oğlu Ahmet Rüşdü Hoca(k.s)’nın Uluborlu rüştiyesine tayini ile O’nun arkasından gelmiştir.Çevrede ilim ve ahlakı ile tanınmıştır.

Kendisinin ilim ve faziletini öğrenen Dinar’ın Çapalı köyü halkı kendisini köyün imamlığına davet ediyorlar.Hoca (k.s)’da bu daveti memnuniyetle kabul ediyor.

Ömrünün sonuna kadar burada imamlık yapıyor.Köyün çocuklarını okutuyor ve yetiştiriyor.Mali durumu iyi olduğu halde bu hizmetleri yapmaktan asla bıkmıyor.bu kadar sıkıntı ve zorluklara katlanmaktan çekinmiyor.

 
-Haydi kızım bir ayrılık yemeği yiyelim, diyor. Yemek yeniyor ve bal şerbeti gibi bir şeyler içiliyor. Oğluna:

-Yasini Şerif oku, diyor.Okurken fani dünyadan ayrılıyor.Oraya defnediliyor. Kabri hala Dinarın Çapalı köyünde bulunmaktadır.

     70 yaşında hayata gözlerini yuman Hacı hasan Hoca (k.s) alim, fazıl,takva sahibi veli bir zattır.Kendisinin bazı kerametleri söylenmektedir.

    Bir gün nasılsa öğrencilerinden birisi isyankar bir tavır takınır.Ama kolu da tutulur kalır.Bunu haber alan Hoca (k.s)’nın kola masaj yapması ile Allahın izni ile şifa bulur.

İnsanları dünya ve ahrette mutlu etmek için bir ömür veren bu mübarek zata Yüce Allah rahmet eylesin.
    Büyük dedesi Hacı Kerim Hoca (k.s) Çaykara İlçesinin Hobşira (akdoğan ) sındandır. Bu yere Malatya tarafından gelmişlerdir.

Orta Asya’dan göç edenlerdendir.Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri bu yerleri fethettikten sonra buralarda bulunan Rum halkları İslamlaştırmak ve manevi fethini gerçekleştirmek için ona katkıda bulunan mütteki alim ve ariflerdendir.Kendisi sadattandır. 

    Başlıca tahsilini memleketinde yaptığı sanılmaktadır. Çünkü memleketinde, ilmi tedris seviyesi yüksek iki tane medrese bulunmaktaydı.

Türkçe, Arapça, Lazca gibi dilleri bilirlerdi. Allah dostu velilerdendi. Hanefi mezhebinden sofi Müslümanlardandı.

    Bir köşkleri, geniş bir fındıklıkları vardı. Çokça inekleri vardı. Yemek kazanları hazırlanır, pişirilir genellikle halk yemeklerini orada yerdi.


Anlatılanlara göre mali durumları iyi ve cömert zenginlerdendi.Halkın maddi ve manevi önderlerindendi.

Halkın ahlaklı ve faziletli yetişmeleri için hiçbir fedakarlıktan çekinmemişlerdir.Allah ve Resulunün(sav) sevgisinden kaynaklanan din,vatan ve millet sevgisi hürriyet aşkı O’nu şehitlik şerefine nail etmiştir.

      Halk arasında bilinen bir harpte Rusların saldırısına karşı milis kuvvetlerinin bir kısmının kumandanı olarak karşı koyuyor bir gurup milisle iyi bir savunma örneği veriyor. 

Rus süvarilerinin ovaya girmesinden önce ,ovayı sulatıyor.Gelen Rus süvarilerinin atlarının ayakları çamura saplanınca kahraman milisler tüfek kılıç ve palalarla saldırırlar.

Hepsini kılıçtan geçirirler.
Savaşçılar arasında bulunan bir kadının sesi duyulur:
-Hoca efendiye bakın başını koltuğunun altına almış hala düşmana saldırıyor,diye feryat eder.
Bu dehşet verici tüyler ürpertici manzara dost ve düşman tarafından hemen görülür.
      Şehit Hacı Kerim Hoca (k.s)’nın mübarek başı;” bu nasıl bir adam “ diye Moskova’ya götürülür. 

Bir emirle Trabzon Valisi tarafından,Bayburt’un Hart’ın(Aydın Tepe) mevkiine türbesi yaptırılır.Bugün Kesikbaş Türbesi diye tanınan ve halen ziyaret edilen türbe bu mübarek zatındır.

Gurup olarak da yedi kardeşler diye tanınmaktadır.
     Anlatıldığına göre kumandan olduğu için o anda üzerinde, ipekli entari bulunuyordu.

Şehit olduktan sonra bu elbiseyle derhal namazı kılındıktan sonra oraya defnediliyor.

Elbisenin az bir ucu dışarıda kalmıştır,bir müddet sonra dağda odun toplayan bir kadıncağız yerde duran ipekli bir bez parçasını görünce almak ister.

Onu asılır ama kabrin içinden de asılındığını görünce şaşırır kalır…
      İşte bu ve benzeri olaylar şehitlerin mahiyeti bizce bilinmeyen manevi bir hayatla diri olduklarını gösterir.
Bugün rahat bir hayat geçiriyorsak bu mübarek zatların yüzü suyu hürmetine olduğu unutulmamalıdır….
 
ÇOCUKLUĞU
 
     Hacı Hasan Hoca (k.s) henüz 4-5 yaşlarında küçük bir çocuktu. Buna rağmen görünüşü akıl ve zekası dikkatleri üzerine çekmekteydi.

     Bir gün nasılsa Nakşibendi meşayihinden, Allah dostlarından Dağıstanlı Mustafa Efendi(k.s)’nin ziyaretinde bulundurulur.
 
O muhterem zat;O’nu sever,okşar ve şöyle der:
-Hasan,işte ben!..
 O’nun parlak geleceğine keşfen işaret etmek ister.
 
YOLDA ÇOCUKLARLA
 
     Bir gün Hacı Hasan Hoca (k.s) 5-6 yaşlarındaydı. Evlerinin önünde oynamaktaydı.
 
Bir ara evlerinin üst tarafında bulunan Yunus Emre (k.s)’ye izafe olunan türbenin penceresinden kara sakallı nur yüzlü bir zatın kendisine eliyle işaret ettiğini görür.Kendisine;

-Gel !..diyordu.Heyecanla çocuklara seslenerek;
-Çocuklar,çocuklar bakınız!...diyor.Onlara da göstermek istiyor ama onlara bir şey görünmüyordu.
 
TAHSİLİ
 
 
      İbtidaiye Mektebini (ilkokulu) bitirdikten sonra,Rüştiyeye(ortaokula) gönderilir.Bu okulları pekiyi derece ile bitiren,Hoca (k.s) Konya Darül Mualliminde (öğretmen okulu) öğrenim görmüştür.

Çok zeki ve çalışkan oluşu okuma sevgisi O’nu bununla yetinmeyerek esas yüksek öğrenimini yapacağı Konya medreselerine başlatmıştır.İyi bir medrese öğrenimi yapmıştır.

     Konya ‘da ki bu tahsili sırasında tasavvufa ilgi duyar.İlk tasavvuf zevkini burada tadar.Çeşitli tarikatları yakından görme imkanı bulur.Tetkikle onların edeplerini tatbik etme fırsatına kavuşur.

Bu arada Nakşibendiyeye intisap eder.Mübarek zatlardan gerekli terbiyeyi görmüş,büyük ölçüde feyz almıştır.Kısa zamanda manevi yönden büyük mesafeler kaydetmiştir.

Onda ki zengin Allah ve Resülunun aşk ve sevgisi coşkun cezbeler halinde bir manevi ilerlemesini kolaylaştırıyor.Nihayet Allah dostlarının arasına girmesinin faktörü oluyor.

Mütteki bir alim olarak az zamanda irşad makamına yükseliyor.
     Genel olarak başlıca feyiz kaynağı babasıdır.Başka öğrencilerle birlikte ondanda iyi bir ders görmüştür.

Başarılı olan Hüseyin Kucur Hoca’ya (k.s),Etem Ustaoğlu Hocaya(k.s),müftü Ömer Lütfü Güner Hocaya (k.s) Vaiz Hasan Tahsin Üner (k.s) Hocaya tarihi Alaaddin Camisinde yapılan muhteşem bir merasimle icazetleri babası Hacı Ahmet Rüştü Hoca tarafından verilmiştir.

Türkçe,Arapça,Farsça dillerini bilmekteydi.Askerliğini Çanakkale’de yapmıştır.
 
BİR SEYYAHLA KARŞILAŞMASI
 
    Tahsil dolayısıyla sık sık Konya’ya gidip geliyordu. Bu yolculuklarının birisinde bir seyyahla hak aşığı ile karşılaşır. O’nun yanında bir post ve bardağı bulunmaktadır.

     Bu garip dervişle bir su kenarında yeşillik güzel bir yerde otururlar, sohbette bulunurlar. Az sonra bu siyah sakallı nur yüzlü kişi yanında bulundurduğu bardaktan bir abdest alır.

Ama öyle bir abdest ki ne aşırı ne de noksan kullanmaz.

     Böylece o kişi Hacı Hasan Hoca (k.s)’nında ilgisini kendisine çekmiş olur,Ona sorar:

-Sen necisin,bu dersi ve feyzi nerden aldın?
-Ben üveysiyim.
-Nasıl zikredersin? Bir zikrette göreyim.
      Bu garip adam Cenabı Hakkı öyle bir zikreder ki, Lafza-i Celali Allah diyerek öyle bir anar ki, Hacı Hasan Hoca (k.s) bunu şöyle anlatıyor:

-o anda vücudumun tüyleri diken diken oldu. Üzerine giydiği incecik elbiseden dışarıya çıkacak gibi oldu nerdeyse.
O anda ben kendimden geçer gibi oldum demiştir.
 
EVLİLİĞİ VE ÇOCUKLARI
 
      26 Yaşlarında ki iken ilçemizin tanınan ailelerinden 19 yaşlarında Hesna Hanımla evlenir.Hesna Hanımdan Ahmet Rüştü Üner,Hüseyin Hüsnü Üner ve Mehmet Orhan Üner dünyaya gelirler.

     Bunlardan hepsinin büyüğü olan bir oğlan çocuğu daha bir gonca gül gibi 3 yaşında iken hayata gözlerini yumar.

Hesna Hanım onu hatırladıkça üzülür göz yaşı döker dururdu.Ana Şefkati ve merhametidir bu…
    Hüseyin Hüsnü ile Mehmet Orhan için,Hoca (k.s) arkadaşlarının yanında zaman zaman gözlerini onlara atfederek;
-Bunlarda Hoca olacak,diye işarette bulunurlardı.

Hatta Mehmet Orhan Üner’in daha yüksek mevkilere erişeceğini temas ederdi.
Bir ara Hüseyin Hüsnü 14-15 yaşlarındayken;
-Ben hoca olmak istiyorum, der.Hoca (k.s);
-Ben dua ederim, olursun buyurur.


    O günlerde dini açıdan yeterli ilim adamı yetiştirecek özel ve resmi tedris müesseselerinin az olmasına rağmen bu duanın sebebiyle Hoca (k.s) sağlığında O’nun hutbe vaazını huzur ve sevinç içinde dinlemeye Muaffak olur.

bu diktiği ağacın meyvesini yiyen bahçıvanın duyduğu zevk ve neşeden farksızdır.

    Mehmet Orhan’ın o günlerde İlahiyat Fakültesinde öğrenimini sürdürmesi Hoca (k.s) nın sevinç ve mutluluğunu kat kat artırır.
    Sonraları Hüseyin Hüsnü,vaiz ve müftü olarak milletinin hizmetinde bulunmuştur.


    Mehmet Orhan da Doçent Doktor ve Profosör olarak bu hizmetleri daha yaygın bir şekilde üniversite başta olmak üzere milletin ilim ve irfanının yükselmesi için gayretle yürütmekte olduğu görülecektir

    Çünkü Hoca (k.s) ‘nın ölümünden bir müddet önce,bir gece her ikisini de sarık sararak mütevazi bir merasimle ayrı ayrı dua etmesi elbette boşuna değil bir anlamı vardır.


Aynı şekilde avukat Hüsamettin Akmumcu’ yada iki ayrı mecliste sarık sararak dua etmesi ilgi çekicidir.
 Onunda avukat ve milletvekili olarak milletin hizmetinde olduğu bilinmektedir.
 
ÜVEY ANASI
 
     Ümmü Gülsüm Hanım üvey annesidir. O’nun için baba ve anne büyük önem taşımaktaydı.

Babasının önüne geçmez,en ufak bir sözle bile bilmeden kırarım diye korkusundan huzurunda pek kalmazdı.

Babasının hafifçe incitilmesine de razı olmaz.Böyle bir durumdan günlerce üzüntü duyardı.
Üvey annede olsa Hoca (k.s) ‘nın annesiydi. Gençliğinde önüne geçmemiş,O’nun sevgisini kazanmıştır.

Yaşlılığında hizmetinde bulunmuş sırtında taşıdığı olmuştur.
Hacı Hasan Hoca (k.s),öz annesi Halime Hanım içinde aynı şekilde davranmış onu incitmemiş ve hizmetinde bulunmuştur.
Onlarda O’nu sevmişler hayır dualarını eksik etmemişlerdir.
 
KARDEŞ SEVGİSİ
 
      Kardeşlerine büyük yakınlık duyardı. Onları yeri geldikçe överdi. Onları yermekten kötülemekten kaçınırdı.

Kardeş çocuklarına da yakın ilgi gösterirdi.Onlara da sevgi ve yardımını aynı ölçüde yapmaya çalışırdı.

Bunun içinde kardeş ve kardeş çocukları kendisini sever ve sayardı.Onların kusurlarından söz ettiği hiç duyulmazdı.
      Evli bir kız kardeşi evinde hasta olur. Hastalığı oldukça ağırdır.

Uzun bir zaman sürer sık sık ziyaretine koşar,hizmetinde bulunur.Öyle ki onun kirli çamaşırlarını yıkar tekrar yine yıkar.

 
     Bu sıralarda gençlik çağlarında olduğu düşünülürse duygulanmamak bundan ibret almamak mümkün değildir.
 
FAHRİ VAİZLİĞİ VE İMAMLIĞI
 
        İlk gençlik yılarında itibaren fırsat bulduğu her yerde vaaz etmeyi prensip edinmiştir.
 
O’nun için vaaz etmekte imamlık ve müezzinlik yapmakta kutsal vazifelerindendi.
Yine gençlik yıllarında günlerden bir gün, Hacı Hasan Hoca (k.s)’nın babası;

-Oğlum Hasan ! Dinar’ın Çapalı Köyüne gideceksin, orada imamlık yapacaksın der. Babasına:
-Saatim yok der.Babası saatini çıkarır,
-Al diye verir.Devamla:
-Onlara vaaz ve nasihatte bulunmayı da eksik etme! Bunu yaparken,çok dikkatli olman gerekir.Onların giyim ve şekillerine göre değerlendirirsen,hataya düşebilirsin.

Oğlum sakın,benim vurmadığım çamlara paltanı vurma,orada kalır,der.
Babasının bu emri üzerine, bir müddet Çapalı’da imamlık yapar,çocuklarını okutur,köylüye her bakımdan yetişir.

     Öğrencilerden Küçük Hafız diye tanınan Halil İbrahim Çınar öğrenimi daha da sürdürerek müftülük,vaizlik imtihanlarını kazanmıştır.

Dinar Keçiborlu Çivril gibi yerlerde müftülük ve vaizlik görevlerinde bulunmuştur.
   Öğrencilerine Halebi Sağır gibi fıkıh kitaplarını da okutmuştur.
    Köylünün bütün sevinci ile sevinç duymuş üzüntüsü ile üzülmüştür.
    Yedi yıl süre ile köylünün helasını temizlemiş ve nefsinin putunu kırmayı bilmiştir.
 
Kibir ve gururu yok etmiş tevazuya sahip çıkmıştır.
   İncesu Kazanpınar köylerinde de imamet görevlerinde bulunmuştur.
 
HALKIN ONU TANIMASI
 
    Uluborlu ve Senirkent’ten tüccarlar mal almak için İstanbul’a giderler. Orada zamanın büyüğü bir Hocayı ziyaret ederler.Bunlara şöyle seslenir:

-Siz hocanızın kıymetini bilmiyorsunuz? Hürmet etmiyor ve gerek değeri vermiyorsunuz! der.

Tüccarlar gelirler şehrin eski şöhret yapmış hocalarına alaka göstermeye çalışırlar.
     O devirde İstanbul’a gidenler Çapalı İstasyonundan trenle gider gelirlerdi. 

İstasyona kadar olan mesafeyi atların çektiği üstü örtülü yaylı araba denen bir arabayla tamamlarlardı…

    Bir gün yine tüccarlar İstanbul’dan dönmüşler bekleyen yaylı arabaya binmişler ve tam yola çıkmışlardı.

Siyah sakallı gül yüzlü heybetli elinde asası olan bi gençte gelir.Arabaya binmek ister.Onlarda yer yokluğu gerekçesiyle arabaya almak istemezler,ona değer vermezler.

Bu zat orada imamlık yapmakta olan Hacı Hasan Hoca (k.s)’dan başkası değildir.
Araba süratle istasyondan uzaklaşmaya başlar.Bir müddet gider az sonra tekerin birisi dingilden fırlar gider.

Onu onarmak için inerler.O sırada Hoca Efendi (k.s) yetişir.Bu defa arabaya alalım derler ve alırlar.

    Aradan bir müddet geçtikten sonra yine İstanbul ‘da ki o büyük zatın huzurunda olurlar. Onlara:

-Siz hocanıza hürmet etmiyor yardımda bulunmuyorsunuz der.
Onlarda birbirlerine bakışırlar o şehirde ki meşhur hocaları kastederek:
-Hocam daha yeni gerekeni yaptık, derler.

O muhterem Hoca Efendi:
-Hayır, siz onu tanımıyorsunuz, der.
-Kim? Hocam diye sorarlar.
-Siz bir İstanbul dönüşü onu arabanıza almadınız da arabanızın tekeri fırladı,gitti de sonra aldınız ya?
 
İşte o zattır benim kast ettiğim der.
Bu hadiselerden sonra Hoca Efendi (k.s) halk arasında tanınmaya başlar.
 
VAİZLİĞE TAYİNİ
 
    1942 Yılında arzusu üzerine Uluborlu vaizliğine diyanet İşleri Başkanlığının emriyle tayin olur.Böylece ilçeye daha fazla hizmet etmesi sağlanmış olur.

Merkez bucak ve köylerde sistemli ve sürekli bir şekilde vaaz ve irşatta bulunur.Birçok kişiler içki,kumar gibi kötü alışkanlıklarını bıraktırarak birer ikişer namaza niyaza başlar.Islah olurlardı.

   Kısa zamanda Hoca (k.s)’nın irşad alanı ilçenin dışına taşar. Isparta,Burdur,Antalya,Afyon,Denizli,Nazilli,Dinar,Yalvaç gibi il ve ilçelerin bazı belli başlı köyleri de dahil olmak üzere vaaz verirdi.

Bucakta sık sık uğradığı yerler arasındadır.Bu yerlere gece gündüz olduğuna önem vermeyerek giderdi.Bu gezilerinde halkın sorularını cevaplandırır,müşküllerini hallederdi.

    Bir ara denizli halkının ısrarları üzerine oraya naklini muvafakat etmiş bulunuyor. Milletvekillerinin de takibi sonucu tayin gerçekleşiyor. 

Fakat Hoca (k.s) bundan vazgeçiyor, gitmiyor müstafi sayılıyor.
   Kısa bir zaman sonra Uluborlu’ya tayini yeniden yapılır. Hayata veda ettiği son güne kadar bu vazifede kalmıştır.

   Bu vaizliği memuriyet yönünden hoşlanmadı.Çok zamanlar istifa etmek ister yakınları engel olurlar.

Bundan vaz geçirirler.Maaşını kendi eline almaz yakınları alırdı.alsa da çoğu zaman dağıtıverirdi.
 
HACCI
 
     Hac farizasını yerine getirmek için 1950 yılında hacca gitti.Daha önceki uzun yıllar hacca gidilmesine müsaade edilmiyordu.

Hac yolculuğuna kendisinin yakın sevenlerinden şoför Hacı Hasan Ongun,Hacı Molla Mustafa Arabalı Akgabak Hacı Ahmet gibi zatlar gitti.Çok kalabalık bir halk topluluğu tarafından uğurlandı.
    Hac ibadetini bir aşk ve vecd içinde yapar.Gidiş ve dönüşlerinde çok sevdiği peygamberi Muhammed Mustafa (s.a.v)’nın kabri şerifini ziyarette bulunur.

    Medine-i Münevvere’de Konya’dan tanıdığı Medine’de oturan alim,mütteki,kamil mürşid Hacı Ali rıza Kaşıkcı Hoca’nın apartmanında kalmıştır.Orada dünyanın dört bir yanından gelen ulema ile sohbetlerde bulunmuştur.

Kendisinin anlattığına göre bu sohbetleri yaparken Hasan Hoca (k.s) imameyn makamındaydı.Sonraları daha üst manevi dereceler yükseldiği anlaşılıyor.
    Hac farizasını yerine getirerek sağlık içerisinde memleketine dönüyor. Dönüşünde de halkın büyük sevgi gösterisi ile karşılandığı görülüyor.
 
GEÇİRDİĞİ AMELİYAT
 
       Hicazdan döndükten birkaç yıl sonra bağırsak düğümlenmesinden Isparta Devlet Hastanesinde tehlikeli bir ameliyat geçirdi. Kısa zamanda Allah şifa ihsan buyurarak eski sağlığına kavuştu.
      Birkaç yıl sonra tekrar eski hastalığından rahatsızlandı. Burdur Devlet Hastanesinde ameliyatsız tedavi görerek sağlık durumu düzeldi.
Hoca (k.s)’ın bütün bu uğradığı hastalık dert ve belalarda sabır ve metanetinden hiçbir şey eksilmemiştir. Allaha olan sevgi, bağlılığı ve güvenini kaybetmediği görülmüştür.
 
BİR ÇEKİRGE
                                                                                              
    Ömrünün son günlerindeydi. Sırta semtinde bulunan yazlık bahçelerinde oturmaktaydı.

Sonbaharın ilk aylarından,Eylül ayının son günüydü.Ağaçların yaprakları sararmaya yüz tutmuştu.Dallarından filizlerinden kopacağı anın acı sonunu hisseder gibiydiler.

Ara sıra hafif hafif esen rüzgarın hışıltısı insan bir şeyler fısıldar mahiyetteydi.
     Günlerden cumartesiydi. Hoca efendi (k.s) evinin yukarı katında uzanmış yatmaktaydı.
Bir ses oldu,baktım gelen Hüsamettin Akmumcu’ydu.

O’nu ziyarete gelmişti.Oysa bir zamandan beri rahatsızlardı.Ama yinede pek belli etmiyordu.
Hüsamettin Bey:
-Aman hocam,sizi rahatsız etmeyeyim,müsaadeniz olursa ziyaret edeceğim.

Böyle bir zatın yanında sakın abdestsiz,dikkatsiz durmayın diyerek ayaklarının ucuna basa basa geliyordu.Ben yukarı çıkarak:
-Baba Hüsamettin Bey ziyarete gelmiş dedim.Derhal uzandığı yatan üzerinde doğruldu ve gülümseyerek:
-Gelsin,dedi.

Hemen aşağı indi,kapının girişinde bulunan odamsı yerde kıbleye karşı diz çökmüş vaziyette oturdu.

Küçük oğlu sağında Hüsamettin Bey solunda diz çöktüler.
Ben karşılarında bulunan merdivenin basmağına oturdum.
Tatlı ve zevkli sohbet ediyor arada gülüyordu.Yüzü nur gibi parlıyordu.

Hastalığını hiç mi hiç hissettirmiyordu.Bir ara Hüsamettin Bey:

-Ne olur efendi hazretleri şuna bir nefes buyurunda bu mahlukta feyiz alsın,der.O zatta müridini kırmaz,kertenkelenin ağzına bir nefes üfleyiverir.O da oracıkta ruhunu teslim ediverir dedi.
      Tam o sırada nerden geldi ise büyükçe bir çekirge halkaya girdi,durdu.Hoca Efendi (k.s) gözüyle ona teveccüh ederken şehadet parmağıyla da onu işaret ederek:
- Bu da Allah’ın emriyle gelir ona itaat eder şeklinde birkaç kelam ettikten sonra o çekirge önünden geçmeyerek arkasından dolaşarak gitti.
 
Bu olay hepimizin gözünden kaçmadı.Üç gün sonrada dünyadan göç etti.
 
 
       1958 yılının sonbaharıydı. Tedavi olmasına rağmen mide ve bağırsak rahatsızlığı devam ediyordu.
 
Doktor kontrolünde tedavi görüyordu. Bütün bunlarla birlikte halini kimseye belli etmiyordu.
 İrşad vazifesine aralıksız devam ediyordu. Isparta’ya götürülmek istendi,gitmek istemedi.
     Rebiülevvelin 11’i(Eylül ayının 25’i) Salı günü rahatsızlığı şiddetlendi. Bazen yatıyor bazen de oturuyordu.

Akşama doğru,vücudundan gül suyunu andıran ter tanecikleri akmaya başladı.
Yakınları yanında hizmetini yapıyordu.Kardeşi Besim Beyde yanında bulunuyordu.

O’nun bahçesinde olduğu iki tane danası vardı.içinden onlara da bakamadım düşüncesindeyken,
- Sen git danalarına bak, gecikmeden çabuk gel, diyordu. Oda gider danalarına bakar çabuk gecikmeden gelir. 

Bir ara ziyaretinde olan komşu bir kadının rahatsızlığı üzerine konuşmasına karşılık:
-Nefes sayılıdır, dedi. 

Yatsı namazına yakın yanındakilere:
-Yasin-i Şerif okuyunuz, dedi. Yasin-i Şerif okunurken mübarek yüzü bir kızarıyor, bir soluyor alnından ter damlacıkları serpiliyor.
 
Kendiside kelime-i şehadet getiriyordu.Sürenin sonuna doğru kıpırdayarak dilinden Allah Allah dediği seziliyordu.

Nihayet nurlu yüzünü kıbleye çevirerek gülümser gibi,parıldayan o gözlerini dikivermişti.İşte o heyecanla anlaşıldı ki,ruhu uçuvermişti.
Getirilen doktorda O’nun göç ettiğini öğrenerek ev yakınından dönmüştü. O daha önce ölümüne işaret ederek;
-Bu yılın adını, “Hüzün Yılı” koyunuz,demişti.
      Onun fani alemden ayrılışı bir anda şehir halkına yayıldı.
 
Acı haber duyuldu.Halk sevdiklerini kaybetmenin üzüntüsü ile şaşırıp kalmıştır.
Duyanlar göç anı olan yatsı ezanında itibaren evine gelmeye başladılar.

Sabahlayın yakın ilçe ve köylerden gelenlerle kalabalık çoğaldı.Dinar’dan gelen yakın arkadaşlarından Hacı hafız Recep parlak ve yardımcıları tarafından cenazesi yıkandı.

Zincirli camiine götürüldü.
Camiye toplanmış cemaata Senirkent’ten gelenlerin arasında olan müftü-vaiz Hacı Hasan Kara vazetti.
 
Ölüm ve kabir aleminden ve peygamber (s.a.v) bu faninin göçünden veciz bir üslupla vazetti.bu esasen üzüntü olan cemaatin göz yaşlarının boşalmasına sebep oldu.

Çarşamba günü öğle namazından sonra çok kalabalık bir cemaat tarafından cenaze namazı kılındı.Namazı Hacı Hafız Recep Parlak kıldırdı.

Eller üstünde kabrine götürüldü.Madan tepesi diye bilinen babasının baş ucunda bulunan kabrine defnedildi.Duası yapıldı.

Müftü tarafından kısa bir konuşma yapıldı,telkini de o verdi.


[1] Bu bina bugün yıkılmış bulunmaktadır. Bir zamanlar cezaevi olarak kullanılmıştır. Alaaddin Camisinin önünde bugün yapılmış olan binanın kuzey köşesine doğru düşmektedir.

[2] Bu bahçe bugünkü İmam Hatip Lisesinin karşısına düşmektedir.
[3] Çaykaranın Hobşira (Akdoğan ) iki tane medresede devamlı öğrenim bulunmaktaydı.
[4] Bütünüyle Uluborlu Tarihi,sh:268-269-270,Isparta Tarihi :194
[5] Hüseyin Hüsnünün babasından ve Konya’da iyi bir tahsil gördüğü hatta Yalvaç medresesinde feraiz dersi okuttuğu öğrenilmiştir. 

Türkçe Arapça Farsça gibi dilleri iyi öğrenmiştir.Hülasatül İslam adıyla genç yaşta yazmaya başladığı tamamlayamadığı kitabı halen elimizdedir.Asker dönüşü Afyon’da vefat etmiştir.Allah rahmet eylesin…

[6]
Mustafa Milli Eğitim Müfettişi iken Dinar’da ölüyor.Allah rahmet eylesin.Hacı Mehmet Besim ise yıllarca Uluborlu’da ilköğretim müdürlüğü,öğretmenlik yapıyor.Bir ara Eğridir’e tayini çıkıyor.Daha sonra tekrar dönüyor.Uluborlu halkının ilim ve kültürüne büyük nimetleri bulunuyor.Hacı Hasan Hoca (k.s) desteğini hiçbir zaman eksik etmiyor,Allah ona rahmet eylesin… 

[7]
Bu anıyı torunu Ayşenin kızı Saadetin oğlu Emekli Yarbay Necati Gürel anlatmıştır.
[8] Kabri etrafı yontma taşlarla kablıdır.Köyün istasyon girişinde yol kenarındadır.Bilinen taşlarla çevrili kabrin baş ucunda sarıklı ve her ikisi yazılı uzunca mermer hece taşları kabrin iki ucunda dikilidir.Torunları gittiklerinde köyün çocuklarına şeker dağıtırlar.Köyün gençleri bir yere giderken ziyarette bulunurlar.
[9] Yukarı Hobşirada soyadları Orhon,Uluborlu’da Üner dir.Hz.Ömer (R.A.) Hz.Ali (R.A)’nin kızı Ümmü Gülsümle evleniyor.İşte soy seceresinin buraya dayandığı öylenir.30.ncı batındır.Çaykara hükümet konağı yandığı için secereler bulunamamıştır.Yanlız akrabaları Cevdet Beyde bir secere olduğu söyleniyor.Yanlızca orta Asyadan geldikleri söyleniyor.

[10] Hobşira’da Hacı Kerimoğulları Uluborlu’da Hocalar ve Rüştiyeler diye tanınırlar.
[11] Dağıstanlı Mustafa Efendi (k.s) sadattandır.Dağıstandan Senirkente halkı irşad için gelen Nakşi meşayihindendir.Kasaba halkının birlik ve kardeşlik duygularının gelişmesi,İslam ahlak ve faziletine sahip olması hususunda büyük katkısı hizmeti olduğu anlaşılmaktadır.Hakkın dostlarından olan bu zatın türbesi Uluborlu’dan Senirkente girişteki caminin bitişindedir.

[12] Evleri Büyük Çeşmenin üstünde kiremitli yarı çinkolu 3 katlı ahşap bir vedi.Türbede hemen biraz üzerindeydi.

Tek odadan müteşekkil üzeri toprak damdı.Alaaddin Camisinin önüne inşa halinde olan kargas binanın batı tarafına çok yakın olan kuzey yönünde ki yolun 4-5 metre altına binanın orta istikametine düşmektedir.Bu gün ne evden nede türbeden eser kalmıştır.

Yalnız batı tarafında ki sokak levhasında,bir zamanlar Yunus Emre (k.s) çıkmazı yazılı olması,Alaaddin Camisinin güney doğusunun çok yakınında dervişlerin ibadet edeceği bir çile hanenin halen yıkıntısının mevcut olması,bunun hemen doğusunda ermen adıyla bugun yıkılmış olan bir mahallenin bulunması kaybolmak üzere olan kabrin ve daha önceki türbenin 

Yunus Emre (k.s)’ye ait olduğunu kuvvetlendirmektedir.(bütünüyle Uluborlu Tarihi,bkz;245)

[13] Üveysi ölmüş bir velinin ruhaniyetinden feyiz alanlara denir.
[14] Hesna Hanımın baba adı,Mustafa,anne adı Kamiledir.Kabirleri Fatmacık denilen yerdedir.Hesna Hanım 1315( R) de Uluborlu’da doğdu.1973 de Erzurum’da vefat etti.Kabri Erzurum’dadır.Allah rahmet eylesin…

[15]
Bu mübarek zat,zamanın Kutbul Azamı Abdül Hakim Arvasi (k.s)dir.
Bu olaya şahit olanlar,Senirkent’ten Kurra Hafız(Hasan Ali Karaaslan), Kunduracı Hacı Ramazan,Uluborlu’dan Mehmet Topalakçıdır.

[16] Hacı Ali Kaşıkcı Hoca (k.s) aslen Konya’nın Hadim ilçesindendir.Sonradan Medine’ye hicret etmiştir.Hayatının bir kısmı kaşıkcılık ile geçmiştir.

Konya eski milletvekili Mustafa Rungun’un babasıdır.Kendisinin İmdadül Müslümün,Gülzarı Medine birde aruz ve hece veznine göre yazılmış on bin mısralık divanı mevcuttur.Medine’de medfuntur.
 


https://img.webme.com/pic/u/uluborlevihz/hhh.jpg
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol